Serkan, Babam ve Ben

script async src=”″crossorigin=”anonymous”></script 

Bütün gün ve gece boyunca uyumadığım zamanlarda kapının önünde bekliyorum. Oturduğum yerden otobüs garı görünüyor. Böylece otobüsten iner inmez, O’nu görebileceğimi düşünüyorum.

Otobüsler ağır ağır yaklaşıyor. Kapılar açıldığında içeride sıkılmış, yorulmuş yolcular teker teker aşağı iniyor. Ben babamı bekliyorum ama O otobüslerin hiçbirinden inmiyor. Bütün gün gözüm ayırmadan bekliyorum. Bekledikçe gelmiyor gelmedikçe bekliyorum. Sıkılmam ama. Neyse ki daima gözlerimin önünde bizim Serkan olur. Şükür O’nun sayesinde hiç yalnızlık çekmedim.

Serkan diğerleri arasında çocukluk döneminde çok yara almıştı. Bu nedenle de diğer insanlara karşı hep acımasızdı. Daima diğerlerine nasıl daha çok acı çektirebileceğini düşünürdü. Bu nedenle olsa gerek sık sık karıştırmayı en sevdiği kitap derin ameliyatları gösteren bir tıp kitabıydı.

Anlaşılacağı gibi Serkan diğerlerine acı çektirmek için sadece fiziksel yöntemleri tercih ederdi. Zararsızdı yani… Otobüsten inen yolcuları nasıl kesip, biçeceğimizi anlatır dururdu. Tıp kitaplarını dikkatle incelediğinden olsa gerek, anlattığı yöntemler bana hep makul gelirdi. O’nu dinlerken çevreden tamamen kopar ve ameliyata odaklanırdım. İşlem tamamlandığında içimde bir boşluk bir hafiflik hissederdim.

Babamın gelmemesinin acısını fiziksel bir acıyla değiştirmiş olduğumuz için Serkan kendi kendimizi tedavi ettiğimizi belirtirdi. Mantıklı olduğu kadar da doğru gelir bana.

Sonra tekrar gelen otobüslere yoğunlaşırım. Bazen de ben de yolcu olsam diye düşünürüm. O zaman yine aynı hafiflik hissi ile vücudum bana ait değilmiş gibi olur. O’nu rahatça kapının önünde bırakıp otogara doğru süzülürüm. Çoğu kez en önde şoförün yanındaki koltukta otururum. Bazen de kendimi yeterince iyi hissediyorsam şoför koltuğuna otururum. Doğrudan kendimi şoförün bedenine bırakıp oraya yerleşirim. Bir başka vücuda giriş noktam her zaman baş kısmı olurdu. Beyinden süzülürdüm yavaş yavaş aşağı doğru. Önce göğüs kafesine yayılıp derin bir soluk alırdım. Sonra ellerine doğru ilerlerdim. Direksiyonu kavrayan kudretli ellerine… Bu bölgeyi de tamamen kapladıktan sonra gövdeye tamamen hakim olmak için bacaklar ve nihayet ayaklar.

Fakat işte otobüs nasıl sürülür bilemem. Tam bu sırada çok özlediğim anneannem imdadıma yetişirdi. Daima şoförün bir arkasındaki koltukta otururdu. Aynadan baktığımda beyaz saçları ile bana baktığını ve gülümseyerek cesaret verdiğini düşünürdüm. Tam doğru yolda olduğumu hissettiğimde, nasıl olursa olurdu, anneannemin yüzüne müthiş bir endişe arkasından da kırgın bir kınama ifadesi yerleşirdi. “ Yapma “derdi “ Yasal değil”. O zaman yalnızlığımı hatırlaım, bulunduğum beden daralır. Aniden oradan çıkmak için güçlü bir istek duyarım. Olabildiğince hızlı önce ayaklardan sonra sonra ellerden, göğüs kafesinden ve en son şoförün kafa kısmından dışarı çıkardım. Bütün hızımla kapının önünde beni bekleyen bedenime doğru koşarım.

Kendi bedenime (ne demekse) yerleştiğimde uzun bir koşudan gelmiş ve yeni oturacak yer bulmuş birinin rahatlığına kavuşurdum.

Anlaşılacağı gibi babam hiç gelmezdi ve ben hep beklerdim. Ama bu benim eğlenmediğim anlamını taşımazdı. Her gün bitiminde takvime bir çizgi atardım. Bunu çok önceleri okuduğum bir kitapta görmüştüm. Adam hapiste olduğu her gün için duvara çentik atıyordu. Böylece aklını yitirse de zamanla bağlantısını koparmamış oluyordu.

Serkan’la ikimiz zamandan kopmamak gerektiğine inanırdık. Özellikle öğle saatlerinde güneş bütün gücüyle kapının üzerine yerleşirdi. Öyle zamanlarda Serkan’la birlikte bedenlerimiz kapını önünde bırakıp deniz kenarına giderdik. Kıyıda oturup, uçsuz bucaksız denizi, vaatlerle dolu ufuk çizgisini seyrederdik. Belki de derdim, babam ufuk çizgisinden gelir. Doğrudan denizin üzerinden yürüyerek. Vardı ya öyle bir adam denizin üzerinde yürümüş. O yürüyebildiğine göre belki babam da otobüs yerine ufuk çizgisinden yürüyerek gelebilirdi.

Serkan’la bulutların dalgalara karıştığı ufuktaki şekillerin babama ne kadar benzediğine şaşırırdık. Gelmezdi ama bilirdim, oradan beni/ bizi görürdü. Beklerdim, bütün gücümle olduğum yerde hareket etmeye direnerek.

Kesin kararlıydım. O gelmeden yerimden kıpırdamayacaktım. Uykum geldiğinde de (pek de gelmezdi) başımı kapının kenarına dayayıp, olduğum yerde sızardım. Uyanır uyanmaz doğrudan otobüslere yoğunlaşırdım. Sadece çişim geldiğinde Serkan olduğumuz yerden kalkıp bir başka yerde bunu yapmamız gerektiğinde ısrar ederdi. Neden bu kadar ısrar ederdi bilmiyorum. Titiz bir insandı. Kim bilir zavallı, çocukluğunda ne yaşamıştı da böylesine takıntılı olmuştu. Ama biz arkadaştık, arkadaşlar birbirlerinin istediklerini yapardı.

Ağacın altına gidip, son hızla koşarak gözlem yerine geri dönerdim. Yerimden kalktığım sırada yolcum gelmiş olabilirdi. Bütün dikkatimle bakardım. Geldiğinde O’na sıkı sıkı sarılacaktım. Bu düşünceyle hem mutlu olurdum hem de Serkan kendini dışlanmış hissedeceği için üzülürdüm. Üç kişi sarılabilir miydik? Yok, o zaman yeteri kadar sıkı bir sarılma olmazdı. Mecbur Serkan biraz bekleyecekti biz babamla sıkı sıkı sarılırken. Sarılırken yukarıdan kalp çıkabilmesi için mutlaka iki kişi olmak gerekir. Ne eksik ne fazla… Daha kalabalık sarılmalarda da kalp oluşurdu ama birden fazla… Herkes bilir ki, kalbin özel ve değerli olması için tek ve biricik olması gerekir.

Sonra… Bir şey oldu. Omzumda bir el  sıcak, tanıdık, bildik… Buram buram tütün kokan bir el… O’na ait.

Elini çekmesin diye düşünmeden, içgüdüsel bir hızla fırladım, otobüslere doğru.

Ayaklarım yere değmiyordu. Otobüslerin camlarında kendimi görüyordum, her adımda bir başka ben yansıyordu. Arkamdan sesini duydum:
— Bekle, bekle…

Rüzgâr gözlerimi yaşarttı. Sonra —

Ani, tiz bir fren ve “tak” sesi. Otogarın bütün gürültüsü şiddetli sessizlikle parçalandı.

Peronlar silindi, gökyüzü açıldı.

Yürüyorduk. Beyaz, hafif bir boşlukta. Ayaklarımız görünmüyordu ama düşmüyorduk da.

Gözüm bir an aynaya takıldı: Anneannem, şoför koltuğunun arkasından bize bakıyordu. Gülümsüyordu. Bu kez “Yasal değil” demiyordu.

Uzakta Serkanı gördüm. Dalgaların arasından yavaşça dönüp el salladı. Ve babamla ben… Sarıldık.

Tek bir kalp yükseldi gökyüzüne. Ne eksik ne fazla.

Bir tane…

4 Comments

Bir Cevap Yazın