script async src=”″crossorigin=”anonymous”></script
“
İnsanlar korkuyor Dmitri. Neden Biliyor musun? Çünkü senin gibi maşalar var.
KOTOV

Burnt by the Sun (Utomlyonnye solntsem), “Güneş Yanığı”Sovyetler Birliği’nin önemli sinemacılarından Nikita Mikhalkov’un seyredilmesi gereken en değerli eserlerinden biridir. Film, 1994 yılında Cannes Film Festivali’nde hem Altın Palmiye (Palme d’Or) Ödülünü hem de En İyi Yabancı Film dalında Akademi Ödülü’nü alarak sinema tarihinde kendine ait çok özel bir konuma yerleşti. Eserin bir başka özelliği de Nikita Mikhalkov’un filmin yönetmenliği ve senaryo yazımı üzerinde çalışmakla kalmayıp, aynı zamanda başrolünde de oynamasıdır.
Burnt by the Sun Sovyet tarihinde Stalin döneminde yaşananları sembolik bir dille ortaya koyuyor. Totaliter rejim yöneticisi Stalin’in kendi gücünden başka hiçbir varoluşa tahammül edemeyişinin, bireyler üzerine etkisi net bir biçimde gözler önüne seriliyor. Nikita Mikhalkov insani hırslar ile gelinen noktalarda, toplumda kazanan olamayacağını seyirciye son derece vurucu biçimde anlatıyor.
Bu konuda Mikhalkov o kadar iddialı ki, film bittiğinde nerdeyse siz de, kendinizi seyrettiğiniz karakterler gibi kana bulanmış hissediyorsunuz.
Güneş Yanığı ya da Güneş Yorgunluğu
Filmin orijinal adına sadık kalarak yapılan çevirisi, yani “Güneş Yanığı “değil de “Güneşin Yorgunluğu” üzerinden konuşmak bize konu hakkında biraz daha ipucu verebilir. Güneş yapılan devrimi simgelerken zaman içinde diktatoryal yönetim nedeniyle uğranan yozlaşmanın toplumda yarattığı yorgunluk da göz ardı edilemez. Güneş yanığı metaforu devrim sonrası ortaya çıkan dikta idarenin kendi evlatlarını yemesi ile ilişkilendirilebilir.
Film boyunca çeşitli sahnelerde görülen ve sırayla bütün imgelerin üzerinden geçiş yapan küçük güneş simgesi bir yandan devrimi, bir yandan da otoritenin toplum üzerindeki sürekli ve baskıcı gözlemini temsil ediyor.
Burnt By The Sun Evrensel Mesajı
Bilindiği gibi Sovyetler Birliği’nde Stalin yönetiminde yaşananlar, tarihin en karanlık dönemlerinden biridir. Stalin döneminde uygulanan baskıcı rejim, toplumsal ve bireysel yaşamı derinden etkilerken, milyonlarca insanın da hayatını söndürmüştür. Burnt by the Sun, tam da bu noktada totaliter rejimin bireyler üzerindeki yıkıcılığını etkileyici bir biçimde seyirciye sunuyor.
Burnt by the Sun, için sadece Sovyet rejiminin trajedisini anlatmakla sınırlı olduğu bakış açısı üzerinden yorum yapmak, bu çok katmanlı esere haksızlık olur. Filmde toplumsal koşulların olumsuzlaşması ile fırsat bularak gün geçtikçe daha da kötüleşen insan ruhunun geldiği noktada yaşanabilecek dehşet de ortaya konuyor. Böylece ulaşılan dönemeçte insanın, gönüllü de olsa çarpık sistemin kölesi olması nedeniyle üzerine yüklenen manevi yükü kaldıramaması ve kaçınılmaz içe çöküşünü de izliyoruz.
Konusu: Bir Dönemin Kırılgan Dünyasında
Film, bir yaz günü Kotov ve ailesinin kırsal bir bölgede, huzurlu yaşamlarının resmedilmesiyle başlar. Ancak bu huzur, topluma kök salan paranoid idarenin karanlık gölgesinde kısa sürede yok olacaktır.
Kotov’un mutlu görünüşünün ardında, Sovyet hükümetinin infazlarını ve baskılarını görmesinden kaynaklanan travmatik bir yapı da vardır. 1936 Yılında “büyük terör” dönemi olarak tanımlanan evrede, kendisinden başka hiç kimsenin varlık göstermesine tahammülü olmayan Stalin’in en sadık müttefiklerine nasıl ihanet ettiğine ışık tutuluyor. Halkın gözünde yenilmez savaş kahramanı Kotov’un çok kısa sürede Stalin’in diretmesiyle birlikte ne kadar hızlı bir şekilde sadece bir “illüzyon” haline geldiğini görüyoruz.
Filmdeki en dramatik kırılma noktası, askeri görevini yerine getirmek üzere aileden ayrılmış, eski dost Mitya’nın aniden bu neşeli, mutlu ortama geri dönmesiyle başlar. Zaman içinde çeşitli karanlık yollardan geçerek, Sovyet gizli servisine kadar yükselen Mitya’nın geri dönüşü, Kotov’un hayatında büyük bir dönüm noktası yaratır ve aile içindeki huzuru derinden sarsar.
Kotov’un en yakın arkadaşı Mitya, totaliter rejimin gölgesinde güçlenen önemli bir figürdür. Mitya’nın geri dönüşü, Stalin’in “gizli polisleri” sisteminin korkunç yüzünü de göze göerünür hale getirir. Mitya, geçmişteki dostlarına ihanet ederken kendisini, “sisteme karşı sadakat her şeyden önce gelir” fikri ile kandırır. Bu sadakat ve ihanet teması, filmin odak noktasıdır.
Sadakat hiçbir zaman yalnızca dışsal bir bağlılık değildir; bu kavram insanın içsel dünyasında, kişisel inançları ve geçmişiyle de yüzleşmesini gerektiren son derece karmaşık bir süreçtir. Mitya’nın ihanetini, Sovyet rejiminde uygulanan baskının bireysel hayatları nasıl parçalayabileceğini gösteren bir metafor olarak görmek de mümkündür.
Son Söz Olarak
Burnt by the Sun, Sovyetler Birliği’nde sorgusuz sualsiz uygulamaya alınan gücün, korku kültürü ile beslenen ihanetin çarkları nasıl çevirmeye başladığını ve halkın “güçlü lider” figürüne olan kör bağlılığını inceliyor.
Kotov’un, Stalin’e olan mutlak sadakati, rejimin başkalarına nasıl zarar verebileceğini rahatlıkla görmezden gelebilmesinin bir örneğidir. Stalin’in gücü, onu çevresindeki insanları parçalayan bir mekanizma haline getirdikçe, Kotov’un sadakati de sorgulanmaya başlanır. Filmde toplumsal baskının, fiziksel ve psikolojik anlamda, her karakterin hayatında yarattığı etki adeta Çehov ustalığı ile derinlemesine işleniyor.
Bu yüzden Burnt by the Sun, sinemaseverler için sadece bir tarihi drama değil, aynı zamanda evrensel bir insanlık öyküsü olup, özellikle günümüz dünyasında izlenmesi ve üzerinde derinlemesine düşünülmesi gereken bir filmdir.