Edebiyatta Tuhaflık Kavramı: Gerçekliğin Sınırlarını Zorlayan Bir İfade Biçimi

Edebiyat ve sinemada tuhaflık kavramının kullanılarak anlatılmak istenenler üzerine bir araştırma denemesi...

script async src=”″crossorigin=”anonymous”></script 

Mevcut kalıpların kırıldığı yer tuhaflıktır. Mucize de işte tam buradadır.

Terence McKENNA

*Edebiyatta tuhaflık asırlardır başarı ile kullanılan zamansız mekansız bir kavramdır. Edebiyatın gücü, her zaman yalnızca bilinen ve anlaşılır yönlerin ele almasından kaynaklanmaz. Sanat çoğu kez, gerçekle hayalin, mantıkla mantıksızlığın iç içe geçtiği, alışılmadık olayların ve karakterlerin hüküm sürdüğü dünyaları keşfeder. İşte bu çalışmaların temel taşı “tuhaflık” kavramıdır. Edebiyatta tuhaflık kavramının kullanılması, gerçeğin bozularak, alışılmamış durumlar, karakterler ve olaylar yaratılmasına yol açar. Amaç okuru rahatsız etmek, sarsmak ve düşünmeye zorlamaktır. Yazar, alışılanın dışındaki oluşumlarla insan ruhunu ve toplumları derinlemesine irdeleyip görünmeyeni ya da görmezden gelineni gün ışığına çıkarır. 

Tuhaflığın Kökenleri: Gerçeküstüden Rahatsızlık Duyulması

Tuhaflığın kökenlerini anlamak için önce bu kavramın neye karşılık geldiğine bakmak gerekir. Bir şeyin olağan dışı, garip veya anlaşılmaz olması tuhaflık olarak tanımlanabilir. Ama edebiyatta tuhaflığın ortaya çıktığı sıra dışı durum, sadece gariplik ya da basit bir farklılık değildir. Tuhaflık, okurda rahatsızlık hissi yaratır.

Bunun nedeni insan zihninin, gerçeklik algısının dışında kalan unsurlarla karşılaştığında, bir tür bilinç çatışması yaşamasıdır. İşte edebiyat alanında tuhaflık, okurun beyninde tam da bu rahatsızlığı yaratmak için kullanılır. Tuhaf olaylar ve karakterlerle karşılaşan okur, ister istemez kendi dünya görüşünü sorgulamak zorunda kalır.

Bu kavramın erken örnekleri gotik edebiyat ve korku türünde görülebilir. Edgar Allan Poe ve Mary Shelley gibi yazarlar insanın en derin korkuları ölüm, delilik ve bilinmeyenin dehşeti gibi temalarla oynayarak tuhaflığı eserlerine taşıdılar. Edgar Allan Poe öykülerinde, gerçekliğin tekinsiz ve karanlık yönlerini ele alır.  Poe’nun “Usher Evinin Çöküşü” eserinde fiziksel ve ruhsal çöküşün birbirine paralel ilerlediği bir dünya betimlenir. Yine aynı şekilde Shelley’nin “Frankenstein”ı, insanların normallik algısını bozan unsurlarla doludur. Gotik edebiyat, gerçekliğin karanlık yüzünü ortaya çıkararak okurlarını bilinmeyenle yüzleşmeye zorlar. Tekinsiz dünyada, sıradan olanın yerine tuhaf, anlaşılmaz ve tehditkar unsurlar vardır.

Tuhaflığın İçsel Boyutu: Kafka ve Varoluşsal Yabancılaşma

Tuhaflık kavramı, edebiyatta sadece olay örgüsü ve atmosferle sınırlı kalmaz. Çoğu kez insanın kendi iç dünyasında yaşadığı yabancılaşmayı da ifade eder. Dünya edebiyatında bu bağlamda en çarpıcı örnekleri sunan yazar hiç tartışmasız Franz Kafka’dır. Kafka’nın karakterleri, normal kabul edilen dünyada anlam arayışı içindeyken, dünyanın da kendilerine karşı tuhaf, anlamsız ve hatta düşmanca olduğunu fark etmenin tekinsizliğini yaşar.

Kafka’nın ölümsüz eseri “Dönüşüm“de Gregor Samsa’nın bir sabah dev bir böcek formunda uyanması sadece fiziksel bir tuhaflık olarak düşünülmemelidir. Bu durum aynı zamanda Samsa’nın toplumdan ve ailesinden kopması, yabancılaşması ve yalnızlığı gibi varoluşsal temaları da ifade eder. Eserde yaşanan tuhaf dönüşüm Gregor’un yaşadığı varoluşsal sancıların yanı sıra modern insanın çaresizliğini de gözler önüne serer. Kafka’nın dünyasında tuhaflık, bireyin anlamsız bir evrende yaşamını sürdürmeye ve burada anlam bulmaya, çalışmasının sembolüdür.

Bu tür varoluşsal tuhaflık, Albert Camus ve Samuel Beckett gibi yazarların eserlerinde de kendini gösterir.  Absürdizm olarak bilinen bu edebi akımda, hayatın anlamı sorgulanırken, yaşamın anlamsızlığı karşısında insanın çaresizliği ve gariplik hissi de işlenir. Beckett’in “Godot’ yu Beklerken” adlı oyununda karakterler, bütün yaşamlarını hayatlarına anlam katacak bir ziyaretçiyi bekleyerek geçirirler, ancak bekledikleri kişi asla gelmez. Söz konusu absürd bekleyiş, komik, dramatik ve tuhaftır. Karakterlerin çaresizliğiyle içinde bulunulan durumun anlamsızlığı, seyirciyi derinden rahatsız eder.

Bu tür anlatılarda tuhaflık, yaşamın derinliği ve karmaşıklığı karşısında insanın çaresizliğini vurgulamak için kullanılır. Hayatın kendisi, anlamı kavranmayan ya da kontrol edilemeyen bir tuhaflık olarak, okurun karşısına çıkar.

Büyülü Gerçekçilik ve Tuhaflık: Olağanüstünün Olağanla Birleşmesi

Tuhaflığın edebiyatta en belirgin şekilde kullanılma biçimlerinden biri de büyülü gerçekçilik akımıdır. Bu akımda, gerçek dünya ile fantastik unsurlar bir arada bulunur. Büyülü gerçekçilik, gerçek dünyaya olağanüstü unsurların dahil edildiği, ancak olağanüstülüğün karakterler ve çevre tarafından doğal karşılandığı bir anlatım tarzıdır. Gabriel García Márquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” adlı romanı bu türün en iyi bilinen örneklerinden biridir. Márquez, insan yaşamının sıradan yönlerini fantastik olaylarla birleştirerek, tuhaflığın etkileyici bir biçimini yaratır. Romanda, büyülü unsurlar- göğe yükselen karakterler, hayaletler, nesiller boyu süren lanet- sıradan bir gerçeklik gibi sunulur. Böylece okur, tuhaflıklarla karşılaştığında, dünyaya ve gerçekliğe dair algılarını yeniden gözden geçirmek zorunda kalır. Gerçekliğin sınırlarını sorgulamaya ve görünenin ötesindeki derin anlamları düşünmeye itilir.

Büyülü gerçekçilikte tuhaflık, gerçekliği zorlarken insanın hayal gücünü ve duygusal dünyasını da zenginleştirir. Büyülü gerçekçilik akımında tuhaflık okura korku ya da rahatsızlık kaynağı olarak değil, dünyanın gizemlerinin keşfedilmesi için bir araç olarak sunulur.

Tuhaflığın Edebi Gücü

Edebiyatta tuhaflık kavramı, sadece okuru şaşırtmak ya da eğlendirmek için kullanılan bir unsur değildir. Tuhaflık, insanın anlam arayışına, varoluşsal kaygılarına ve bilinmeyenle yüzleşmesine dair derin bir sembolizm taşır. KafkaPoeBorgess ve Márquez gibi yazarlar, tuhaflığı bir ifade biçimi şeklinde kullanarak, okurlarını sadece şaşırtmakla kalmaz, onları derin düşüncelere ve yeni deneyimlere yönlendirir. Tuhaflık, edebiyatın sınırlarını zorlayarak, gerçekliğin ötesine geçme cesaretinin gösterilmesidir. Böylece edebiyatta sıradanın ötesine geçerek, gerçekliğin sınırları zorlanır ve insanın algı dünyasında yeni kapılar açılır.

Bilinmeyene açılan kapılar, alışılmadık dünyalar ve sıra dışı olaylar, gerçekliği sorgulama ve anlamın derinlerine inme fırsatıdır.

Kısaca Sinemada Tuhaflık ve Birkaç Kült Film

Sinemada “tuhaflık” kavramı, genellikle seyircinin gerçeklik algısının bozulduğu sıra dışı, absürd ya da rahatsız edici unsurları içeren filmlerle karşımıza çıkar. Bu tür filmler hem anlatım biçimleri hem de temalarıyla izleyiciyi bilinçli olarak rahatsız eder. Aşağıda, sinemada tuhaflık kavramını kullanarak oluşturulmuş birkaç kült eser yer alıyor:

1 . Luis Buñuel – “Endülüs Köpeği” (Un Chien Andalou) (1929)

Buñuel ve Salvador Dalí’nin iş birliğiyle yapılan film Dali’nin bir rüyasından yola çıkılarak ortaya konmuştur. Film, sürrealizmin sinemadaki en önemli örneklerinden biridir. Eserde, anlamlı bir hikaye ya da mantık arayışı tamamen terk edilmiştir. Bilinçaltından gelen imgeler tuhaf ve son derece rahatsız edici bir şekilde sunulur.

Bir kadının gözünün jiletle çizilmesi ile başlayan çarpıcı giriş sahnesi, insanın içeriyi görmesi için dışarıya kör olması gerektiği gerçeğini olabilecek en tuhaf ve etkileyici şekilde seyirciye sunar. Pek çok eleştirmen 16 dakika süren bu kısa filmde, Katolik kilisesinin birey ve toplum üzerindeki baskısının sembolize edildiğini ileri sürmüştür. Fakat Dali ve Buñuel film ile ilgili hiç kimseye bir şey anlatmak zorunda olmadıklarını bildirerek, eleştirilere cevap vermemişlerdir. 

2. David Lynch- “Eraserhead” (1977)

Lynch’in bu deneysel filmi, sinemada tuhaflık kavramının en önemli örneklerinden biri olarak kabul edilir. Hem atmosferi hem de anlatımıyla rahatsız edici ve anlaşılması zor olan film, izleyicinin kendini adeta bir kabusun içinde hissettiği garip görsel ve ses tasarımlarıyla ünlüdür.

3. Stanley Kubrick – “A Clockwork Orange” (1971)

Anthony Burgess’in romanından uyarlanan bu filmde, geleceğin distopik dünyasında yaşanan şiddet ve anarşi temaları işlenir. Kubrick’in kendine özgü stilize görsel dili, absürd karakterleri ve ahlaki ikilemleri, filmde tuhaflık kavramını derinleştirir.

Sonuç olarak, tuhaflık, edebiyatta ve sinemada yalnızca garip ya da anlaşılmaz olanı temsil etmez. Tuhaflık, belki de yazılı ve görsel sanatın en güçlü yönlerinden biridir. Çünkü böylece okurun ya da seyircinin dünyayı farklı açılardan görmesi sağlanarak, alışılan normların ve sınırların ötesinde farklı gerçeklikler olduğu hatırlatılır.

Edebiyatta Tuhaflığın Psikolojik Doyum Sağlaması

Edebiyatta tuhaflık üzerine Bursa Uludağ Üniv. Psikolog Prof. Dr. Asude Bilgin ile yaptığımız söyleşide kendisi yolumuza ışık tuttu:

“İnsan vahşi dünyada ilkel koşullar altında yaşarken, sürekli olarak çok sert biçimde uyarılıyordu. Çağdaş dünyada böyle uyarımlar olmadığı için (vahşi hayvanların aniden gelişi vb. tehlikeler) insanlar hayal kurarak uyarım alıyorlar. Kitap okumak, film izlemek bu eksikliği gidermenin en bilinen yolları olup, tuhaflıklar insanın içindeki ihmal edilen güdünün doyurulmasına da hizmet eder.”  

Edebiyatta tuhaflık kavramı, insan ruhunun derinliklerine inen, onu sarsan bir estetik anlayış olarak karşımıza çıkar.

2 Comments

Bir Cevap Yazın