
Elindeki kitabı okumaya koyuldu. Kitabın adı “İpeğin Yolculuğu” idi. Asya gibi sıcak iklimlerde yaşayan ve önemli bir endüstri bitkisi olan ipekten bahsediliyordu. Kitapta aynı zamanda ipek böceğinin finansal açıdan da önemli olduğu anlatılıyordu. İpek böceğinin yetişmesi için gerekli gereksiz, dikkat edilecek binlerce ayrıntıdan bahsediliyordu.
Kendi kendine “Sanırım bir önceki yaşamımda ipek böceğiydim. Hayatımın her safhasına dikkat etmezsem doğru dürüst yaşamam hep imkansız oldu. Kendiliğinden şanslı insanlara imreniyorum. Hesapta şans yok derler ama bu bildiğin yalan.”
Aylaya göre kitaplar, yaşamdan daha iyiydi. İyi bir dansçının müzikle yarattığı doğal uyumlanma gibi o da aynı doğallıkla sözcüklere dalabiliyordu. Ona zor gelen okudukları ile yaşadıkları arasında ille de empati kurup, durduk yere şansına küsmesiydi. Şimdi ne alakası vardı ipek böceği ile kendi yaşamını eşleştirmenin. Ama işte …Çok nahif bir yapısı olmasını başlı başına bir talihsizlik olarak nitelendiriyordu. Kendini daha çok zihinsel çalışmalara yönlendirmeyi severdi. Bu tür şeyler başlangıçta eğlenceli olsa da zamanla sosyal ilişkililerinde zayıflama yaratmaya başladı.
İş, hayatı yaşamaya gelince Ayla pratikti. Benimsemesi söyledikleri her şeyi, kabullenirdi. Ve pek çok şeyi de kabullenmek zorunda kalmıştı. Karşı çıkma isteğini ustalıkla bastırırdı. “ Böylece “ derdi” Barışçıl bir yapım oldu. Hiç tartışmadan her isteneni yapıyorum. Sonra insanlardan ayrılıp kitaplara geçiyorum ve ver elini özgür evren…”
Kitaplar tartışmaz, ısrarcı olmaz , laf çarpmaz, alay etmez. Kendi dünyalarını tümüyle açarlar. Bütün mesele bu dünyaya tümüyle girebilmektir. İşte bu konuda üstüne yoktu. Bazen düşünürdü “Acaba, acaba bu da bir tür kaçış mı?” “Yok” derdi “Sonunda ipek elde edilmesi için enerjiyi dışarı ile tartışmaya vermemek gerekir”. Demek ki dikkati kendine yoğunlaştırmak iyi bir şeydi . Önemli olan sonuçtu, sonuca odaklanmalıydı.
Okumak, sentezlemek, ipek gibi metinler oluşturmak ne kadar eziyetli de olsa, her şeyi kabul edip ses çıkarmadığına değerdi. Acaba böyle olunca hayat düşünceye taşınıp, gerçekler ıskalanıyor muydu? “Hayır hayır sonuçta elinde somut bir metin kaldığına göre. Elle tutulan gözle görülen bir sonuç vardı. “
İpek böceğinin yaşam serüvenini okumaya devam ettiğinde onun böcek haliyle kendisinden daha ısrarcı olduğunu gördü. Asla yaşam koşullarından taviz vermiyordu.” Uygun değil ama ayıp olmasın, kimsenin rahatı bozulmasın” diye düşük nem derecelerinde çalışmıyordu. Gerekli ortam sağlanmazsa üretim yoktu. Son derece netti bu konuda.

Oysa kendisi her şeye tahammül edip, zor, sıkışık, uygunsuz koşullarda dahi kendinden bekleneni yapmaya çalışıyordu. Kimseden bir isteği olmuyordu. Hoş olsa önemsenir miydi? Bu soruyu çabucak geçiştirdi. Anneannesini hatırladı “Sabredin evladım sabrederek, zamanla dut yaprağının atlas olduğunu görürsünüz” Hah, işte elindeki kitap, tam bunu anlatıyordu. Doğruydu işte yaptığı. Sabretmek öylece itaat edip beklemekti kuşkusuz.
Gözlerini kitaptan ayırıp okumayı bıraktı. Başı ağrıyordu. Düşüncelerinden biraz uzaklaşmak için Melda’yı aradı. Beş çayında görüşmek üzere sözleştiler. Kendini biraz rahatlamış hissetti. Oturduğu yerden kalkıp odasına geçerken, annesinin sesini duydu “ Aylaa neredesin kızım? Yine mi kitaplara gömüldün? Gel yanıma biraz, babanın üstünü değiştirelim. Gel bana yardım et. Bendeki de kader işte biri yatalak kaldı, öbürü ondan beter var mı yok mu belli değil. Hayatım geçip gidiyor arada”
Ayla hazırlanmayı bırakıp, annesinin yanına gitti. Çok canı sıkılmıştı. Şimdi bir de buluşmaya geç kalacaktı.
Melda İle Beş Çayı

Melda ile evleri uzak değilse de, ruhları uzaktı birbirine. Kapının zilini çalarken içinde bir çekememezlik hissetti. Melda sırtında şık bir elbise ile kapıyı açıp onu oturma odasına götürdü. İçindeki olumsuz duygu daha da keskinleşti. Kendisinden başka kimsenin hayatından taviz vermediğini düşündü. İçi ezildi. Sıkıldı. Her zaman en iyi yaptığı şeyi yaptı. Düşüncelerini zihninin arkasına itip, geçiştirdi.
“Neden bu kadar geç kaldın?” dedi Melda.
“Tam çıkarken annem babamın yatağının düzeltilmesi için yardım istedi. Bilirsin o iş zaman alır”
“Ooh anladım.”
“Kusura bakma.”
“Yok canım kusurluk ne var? Yalnız ben saat 5’te geleceğini düşünüp, saat 7’ deki filme gitmeyi planlamıştım. Şimdi laflamak için pek vaktimiz kalmamış oldu.”
“Bilet mi almıştın?”
“Yok, ama bu film vizyona yeni girdi ya. Hemen seyredip, herkesten önce bilmek istiyorum.”
Şaşırmadı, Melda hep böyleydi. Sadece buruşturulmuş paçavra hissi gelip, içine yerleşti.
“Sana da gel derdim ama” diye devam etti. “Senden sonra Cem ile konuştum. Onunla baş başa kalalım dedik”
“Yok canıım… Tabii ki, o zaman 15 dakikaya çıkalım mı?” Melda gülümsedi.
“Aaa, ama sen hazırlanmalısın. Tamam, ben çıkayım en iyisi” dedikten sonra kendini çabucak dışarı attı.
“Ayla’cım kusura bakmıyorsun değil mi canım”
“Yoo, niye ki ben geç kaldım, benim hatam” dedi
Kapının önünde kendini biraz ortada kalmış hissetti. Yavaş yavaş yürürken, az ilerideki tren istasyonunu hatırladı. Banliyö trenine binip, öylesine biraz gezmeyi düşündü. Trene yerleştiğinde her zamanki gibi çantasından kitabını çıkardı.

Kimseyle konuşmak istemiyordu. Çabucak kitabı açıp başını önüne eğdi. ”İpeğin Yolculuğu”nu şöyle bir karıştırdı. Nerede kalmış olduğunu bulmak istedi. Karıştırırken daha önce altını çizdiği bir paragrafı okumaya başladı. Satırlarda ipek böceklerinin kuluçka ortamlarının itina ile hazırlanması gerektiği, aksi takdirde böceğin zayıf ve dış etkenlere dirençsiz olacağı belirtiliyordu.
Sayfayı çevirip devam etti. Sadece nem ve sıcaklığı ayarlamak yeterli değildi. Böcek gelişme evresinde on sekiz saat kesintisiz ışığa da ihtiyaç duyuyordu.
Yine kendisiyle kıyasladı. Ne çok şartı vardı ipek böceğinin, altı üstü bir gram ipek üretmek için. Bunca şart sadece ipek üretimi için olamazdı. Böcek çevresine kendi koşullarını diretiyordu. İçi sızladı, bugüne kadar kendi rahatı için kimseden bir şey istememişti.
Üzerine bir yılgınlık çöktü. Her zamanki gibi geçiştirmeye çalıştı. Olmadı. Yılgınlık midesinden yukarı göğsüne, boğazına son hız tırmandı. Nefesi daraldı. Ayağa kalkıp, bir iki adım yürüdü. Koridorda tren kapısının yanındaki camdan dışarı bakmak istedi. Kapının dışarı açılan kolu gözünün önünde ışıldadı. Şimdi kapıyı açıp, atlasa, bitse bu paçavra hissi, kurtulsa yılgınlıktan, üzüntüden… Trenin raylarda çıkardığı ses kulaklarında uğuldadı.
Telefonu çaldı. Arayan annesiydi. Açtı. “Kızım nerede kaldın, teyzen telefon etti akşam misafirliğe gelecekler, hazırlık yapmak lazım. Neredesin sen? Hadi acele et biraz.”

Trenin kapı kolu tekrar ışıldadı gözünün önünde, ortalık aydınlandı sanki.” Gelmeyeceğim” dedi.
“Ne, ne demek gelmeyeceğim. Geç mi geleceksin? Ama teyzenler akşam…”
“Hayır öyle değil, artık hiç gelmeyeceğim.”
“Saçmalama”
Telefonu kapatırken “Hayatımda ilk defa saçmalamıyorum” dedi. İpek böceklerini düşündü, yaşamak hafife alınamayacak kadar ölüm kalım meselesiydi. Başını çevirip, hızla giden tren camından dışarı baktı. Gözünün önünde yemyeşil ağaçlar akıp gidiyordu.
❤️
” Silkworms never get jealous of silks, they become one. ” ( Mohammed Tariq )