Fırtına …

script async src=”https://pagead2.googlesyndication.com/pagead/js/adsbygoogle.js?client=ca-pub-7350718767107764″
crossorigin=”anonymous”></script

“Şu hale bak böylesini görmedim.”

“Çok karardı değil mi?”

“Evet, gece gibi sanki 100 metre ötede yerle gök birleşiyor. Gelsene! Şuraya bak nasıl savruluyor tekneler”

“Şimdi bırakamam elimdeki işi”

“Bir çay demlesen de içimiz ısınsa”

“İşimi toparlayıp, demleyeyim.”

“Hep seversin sen böyle fırtınaları”

“Severim… Sıcak bir evde oturup seyretmek keyif veriyor insana…” diye yalan söyledi adam.

Bütün hayatı böyle bir fırtınanın ucunda denizin dibini boylamıştı. Sevdiğinden değil kopamadığındandı adamın fırtınayı seyretmeye düşkünlüğü… Dededen balıkçıydı ailesi. Kendisi zinciri kırıp, gençliğinde doğup büyüdüğü sahil kasabasından uzaklara gitmişti okumak için. Eğitimini tamamlayıp doktor olduktan sonra da dönememişti bir türlü doğduğu büyüdüğü yerlere, yine Ege kıyılarında bir başka kasabaya yerleşmiş, orada doktorluk yapmaya başlamıştı.

Karısı kasabanın ileri gelenlerinden birinin kızıydı. Görür görmez kanları kaynamıştı birbirlerine. Kısa sürede evlenmişler, güzel bir birliktelik kurmuşlardı. Kızın babası damadın doktor olmasından da, kızını hoş tutmasından da memnundu. Sakin, saygın hayatları iniş çıkış gerektirmeden sürüp gidiyordu.

“Kapı mı çalındı?” dedi kadın

“Bilmem bir bak” dedi adam gözlerini pencereden ayırmadan. Kadın işini bırakması gerektiğinden menün kalmadı ama kocasını da kırmadan kapıya doğru gitti.

Kapıyı açtığında fırtınanın nerdeyse kendisini de dışarı çekecek kadar kuvvetli olduğunu fark etti. “Ay, ay uçacağım neredeyse…”

Adam pencereden gözünü ayırmadan “Sahilden belli diyorum sana…Yanıma gelip bakmadın ki. Kapı çalınmış mı?”

“Yok, sadece bir karga fırtınadan kurtulmak için bizim kapının altına yerleşmiş. Onun yaptığı gürültü”

Duvardaki saat üç kez vurdu. Saat vururken sanki karga da üç kez gagasını açıp kapadı. Adam gözlerini pencereden ayırıp kapıya doğru çevirdiğinde uzun boylu, iri burunlu, simsiyah saçlı 30’lu yaşlardaki yabancı ile göz göze geldi. Yutkundu. “Hoş geldiniz”

Kadın şaşırdı, az önce kapıya baktığında bu adamı görmediğine yemin edebilirdi. Sanki karga kocasının bakışlarını kapıya çevirmesini beklemiş ve kocası bakar bakmaz genç bir adam haline gelmişti. Çabucak kendini toparladı ve kocasına destek vererek “Buyurun, bu havada dışarıda kalmayın”.

Genç adam telaşsız yavaş adımlarla içeri girdi. Üstü başı kupkuruydu. Nazik ve buruk gülümsemesini adamdan ayırmadan “Teşekkür ederim” dedi ve yumuşak adımlarla salondaki yeşil koltuğa yerleşti. “Çoktandır böyle şiddetli bir fırtına olmamıştı bu kıyılarda. Benim en son gördüğüm fırtına 1974 yılındaydı.”

Adam heyecanlandı.” Evet, evet o günü biliyorum. Ama o günkü fırtına bir afet olarak da tanımlanabilir”

Ziyaretçi adamın heyecanını görmezden gelerek gülümsedi “Afet? Evet tabii, bakış açısı işte…”

Doktorun dili çözüldü.” 1974 Tabii aynen böyle bir gündü öğleden sonra saat 3 olmasına rağmen,    nerdeyse gece karanlığı çökmüştü. Ben evdeydim. Çocuktum zaten. Annem çay demliyordu. Babamsa, o…O balıkçıydı. Denize açılmışlardı. Aynı günün sabahında havanın bu hale geleceği hiç belli değildi. Tıpkı bugünkü gibi “dedikten sonra sustu. Odaya karanlığın yanı sıra ağır bir hüzün de çökmüştü. Misafir “İçerinin havası ağırlaştı rica etsem pencereyi açar mısınız?” dedi. Kadın pencereyi açarken, tekrar adama döndü ve devam etti “Çok iyi hatırlıyorsun. O gün olanlar oldu değil mi? Dalgalar uzaklaşırken, deniz babanla birlikte senin içini de söküp götürdü değil mi?”

Adam sarardı.” Evet “dedi “Ama siz… Siz nereden?..”

Misafir “Hadi artık” diyerek elini doktora doğru uzattı. O anda siyah bir karga ve bembeyaz bir güvercin yan yana pencereden uçarak, bulutlara doğru gözden kayboldu.

Kadın kuşların arkasından bakarken donup, kalmıştı. Hızlı hızlı gözlerini kırpıştırdı. Kocası halının üzerinde hareketsiz yatıyordu. Çabucak kendini toparladı ve kocasının çalıştığı hastaneyi aradı. Ambulans beş dakika içinde kapıdaydı.

Müdahaleler sonuç vermedi. Ambulans ile gelen genç doktor hanım, şefkatle kadının elini tuttu. “Çok üzgünüm. Başınız sağ olsun. Bizim elimizden gelen de bir yere kadar işte”

Fırtına dinmişti. Gökyüzü yükseliyordu.

Kadın herkesi şaşırtan bir metanetle” Evet” dedi “Evet, nasıl uğraştığınızı gördüm. Ama hayat işte, bazı şeylerin zamanı gelince önünde durulmuyor değil mi?”

O günden sonra kasabalılar, kadını hep pencerenin önünde otururken gördüler. Halini hatrını sorduklarında, kadın her seferinde sonraki fırtınayı beklediğini söylerdi.

4 Comments

  1. ” YOU CANNOT CALM THE STORM… SO, STOP TRYING IT… WHAT YOU CAN DO IS, CALMING YOURSELF… THE STORM WILL PASS, AT THE END…” ( Timber HAWKEYE )

Bir Cevap Yazın