script async src=”https://pagead2.googlesyndication.com/pagead/js/adsbygoogle.js?client=ca-pub-7350718767107764″
crossorigin=”anonymous”></script

Küheylan Türkiye’de ilk kez 1970’li yıllarda Devlet Tiyatrolarında sahnelendi. “Küheylan” orijinal adıyla “Equus” aradan 40 -45 yıl geçmesine rağmen, bugünkü gibi gözlerimin önündedir. Başrol oyuncusu o zaman konservatuarda henüz öğrencilik yıllarındaydı. İnanılmaz bir performans sergilemişti. Oyun bittiğinde bütün seyirciler istisnasız ayakta alkışlamış, alkışlamış, alkışlamaya doyamamıştı.
70’li yıllarda oyundaki kahramana hayat veren aktör daha sonra konservatuvarın “dahi öğrencisi” sıfatını kazandı. Kendisini sahnede izlemiş biri olarak bu sıfatı fazlasıyla hak ettiğini söylemek çok da zor değil benim için.
Peter Shaffer’in kült eseri “Küheylan” yıllarca çeşitli ödülleri almış, başlı başına bir efsane metin olarak kabul edildi. Yazarın “Amadeus” adlı eseri de çok tanınmasına, sevilmesine karşılık kanımca Küheylan efsanesine yetişebilen bir başka eseri olmadı.
Eserde pek çok çarpıcı fikir ve toplumsal eleştiri bulunmasına karşılık en çok üzerinde durulan düşünce: “Tutkular modern topluma uyum sağlanması adına yok edilebilir. Ama tutkuyu var etmek mümkün müdür?”
Metinde tedaviye muhtaç bir delikanlı vardır. Son derece tutkulu olması, alev alev yanan tutkuya kendisini tümüyle kaptırmış olması hayatın akışı ile uyumlu olsa da toplumun istediği kalıplara uygun değildir. Tutku kıymetli bir duygudur, iyi yönlendirildiğinde çok iyi sonuçlara yol açar. Eserde modern dünyanın tutkuyu yönlendirmekle uğraşmak yerine yok etmeye odaklı olmasının altı çizilir. Böylesi daha kolay daha garantilidir.
İronik olarak delikanlıyı tedavi etmesi gereken psikiyatrist ise hayata karşı bütün tutkusunu kaybetmiştir. Toplum O’nu tümüyle onaylayıp, her zaman kucağını açar. Ama acaba hangisi mutluluğu daha içten doya doya yaşayabilir. Hangisi hayata daha yakındır. Kim normal kabul edilir? Normal nedir? Tutkuyu yok edip normlara uygun yaşamak mıdır normal olan? Normal olmak doğru mudur? Normal olan yaratıcı olabilir mi? Eser bütün bu soruları irdelerken, insanın doğa karşısındaki zavallılığını, çaresizliğini, sığınma ihtiyacını da vurguluyor.
Equus, Peter Shaffer’ın 1975 yılında pek çok ödülün yanı sıra Tony Ödülü En İyi Oyun ve New York Drama Eleştirmenleri Birliği Ödülünü kazanmasını da sağladı.
Oyunun başlangıcında atlara karşı mistik bir hayranlığı olan on yedi yaşındaki delikanlı (Allan Strang) altı atın gözlerini hiçbir sebep olmadan metal bir çubukla oyar. Oyun süresince seyirci mahkemenin tedavi için sevk ettiği hastanede psikiyatrist ile birlikte on yedi yaşındaki Allan’ın zihninde seyahat eder. O’nu bu eyleme iten sebepler açığa çıkarılır. Metinde Alan’ın hassas yapısı, ailenin O’na karşı geliştirdiği tutum, doktorun hastasını tedavi ederken kendi yaşamındaki büyük eksikliği görerek yaşamını yeniden sorgulaması, insanların kendi hatalarına karşı bile isteye kör olmaları son derece net gözler önüne serilir. Son derece ustaca kaleme alınmış bir eserdir “Equus” ya da “Küheylan.”
Oyunda, seyirci atların yaşadığı yerde yaşayan seyis çocuğun karanlık gizemli ve esrarengiz ortamına götürülür, aynı zamanda daha güneşli ve modern bir mekanda Dr. Martin Dysart’ın kendi amaç duygusu ve işinin doğasıyla boğuşurken çocuğun eylemlerinin sebeplerini görme çabalarını kavrar.
Oyunun Özeti
· Birinci Bölüm:
Martin Dysart, uzun yıllarını işine vermiş aktif çalışan bir psikiyatristtir. Oyun, altı atı kör eden Allan Strang hakkında bir monolog ile başlar. Doktor mesleğinin istediği gibi olmadığını yaşamındaki mutsuzluğu tatminsizliği ve hayal kırıklığını anlatır. Bir yandan da doktor, toplum düzeni bu şekilde sürdükçe kendisine duyulan ihtiyacın hiç bitmeyeceğini çünkü “ normal yaşama” uyum sağlaması için zorlanan genç insan kaynağının sorunlar içinde kalmasının kaçınılmaz olduğunun da altını çizer. Ancak doktor bu gençleri tedavi etmenin ne derece gerekli ve doğru olduğunu da sorgular. Çünkü tedavi sonrası amaçlanan hedef gençlerin sıkıcı normları içinde barındıran bir hayata herhangi bir desteğe sahip olmadan geri dönmeleridir. Oysaki doktor, insanın varoluş zincirlerinden kurtulmak için böyle bir tutkuya ve aşırılığa ihtiyacı olduğunu düşünür.
Bir ara Dysart, Homerik Yunan dünyasında kitlesel kurban törenine başkanlık eden bir kamu görevlisi olduğu rüyayı anlatır. Doktor rüyasında yüzlerce çocuğun karınlarını deşip, bağırsaklarını çıkarmaktadır. Her ne kadar yaptığı işten tiksinse de, diğer rahiplerin onu “İnançsız “ diye damgalayarak aynı şekilde öldürmesinden korktuğu için işini yapmaya devam eder. Rüyanın sonunda rahipler endişesini anlar ve bıçağı elinden alırlar.
Doktor, tedaviye başladıktan sonra Allan’ın ailesiyle çeşitli görüşmeler yapar. Bu görüşmelerde çocuğun küçük yaşlardan itibaren ailesinden din hakkında çelişkili bilgiler aldığını öğrenir. Allan’ın annesi bütün gün İncil’den pasajlar okuyan katı bir Hıristiyan’dır. Babası ise ateisttir. Bu görüş ayrılığı anne babanın birbirlerine için için düşmanlık hissetmelerine kadar varır.
Dysart, Allan’a birlikte karşılıklı dürüstçe cevaplanması gereken soruların sorulduğu bir oyun oynamayı teklif eder. Allan’ın kabul etmesiyle birlikte doktorla Alan arasındaki buzlar yavaş yavaş erimeye başlar.
Dysart bu arada Alanın babasının (Frank), oğlunun İncil’de şiddet içeren bölümlerden çok etkilendiğini düşünerek, Allan’ın ayakucunda bulunan İsa’nın çarmıha gerili resmini yok ettiğini öğrenir. Allan daha sonra o resmin yerine iri gözleri, etkileyici bakışları olan bir at resmi asar.
Alan konuşmalar sırasında Dysart’a, atlara olan ilgisinin annesinin İncil’den okuduğu hikayeler, seyrettiği kovboy filmleri ve büyükbabasının atlara, biniciliğe olan merakı ile geliştiğini anlatır.
Allan’ın cinsel eğitimi annesinin gerçek aşkı ve mutluluğu dini bağlılık ve evlilik yoluyla bulabileceğini söylemesi ile başlar. Bu arada atlarla çok fazla vakit geçiren Allan onları cinsel açıdan çekici bulmaya başlar. Atların kürklerini sevdiğini, kaslı vücutlarını hissettiğini ve terli vücutlarını koklamaktan hoşlandığı anlatır.
Alan terapi sırasında Dysart’a bir atla ilk karşılaşmasının altı yaşındayken sahilde gerçekleştiğini anlatır. Atın binicisi genç kız küçük Allan’ı ata bindirmiş ve onun gezdirmeye başlamıştır. Bu deneyimden Allan büyük bir mutluluk duyar. Fakat bu sırada anne ve babası O’nu bulur ve Frank hiddetlenerek hızla Allan’ı attan aşağı çekerek düşürür. Allan binici kızdan çok utanır, kendini aşağılanmış hisseder.
Daha sonraki seanslardan birinde Dysart, Allan’ı hipnotize eder. Bu esnada Allan, doktora insan kurban etme rüyasını anlatır . Doktor çeşitli sorular sorarak Allan’ın hafızasını canlandırmaya başlar. Konuşmalar arasında Allan tutsak atları köle eden parçayı kaldırarak, onlara yardım etmek istediğini de söyler.
İlerleyen zaman içinde on yedi yaşını dolduran Allan elektrikli ev eşyaları satan bir dükkanda çalışmaya başlar. Çalışırken, yöredeki bir ahır sahibi için hizmet veren, dışa dönük, özgür ruhlu bir genç kızla (Jill Mason ) tanışır. Jill ve Allan yeni tanışmalarına rağmen iyi anlaşırlar. Jill O’na ahırların sahibi Harry Dalton adına çalışabileceğinden söz eder.
Dalton onun atlara gösterdiği ihtimamdan çok memnun olur ve Allan hafta sonları da ahırda çalışmaya başlar. Çalışırken Alan elinde olmadan, Dalton’un gözde atı Equus’a karşı takıntılı hisler beslemeye başlar. Alan’ın Equus’u gece saatlerinde gizlice eğersiz, çıplak olarak dışarı çıkardığı görülür. Gece dışarıda Küheylan’la birlikte olduğu saatlerde Alan, kendini düşmanlarını yok eden Tanrı Equus olarak görmektedir.
· İkinci Bölüm
Dysart, Allan’a bir başka terapi sırasında doğruluk hapı verir. Bu sayede Allan, Jill’le buluşmasını sonra da gelişen olayları anlatır. Jill ve Allan’ın birlikte çıktıkları akşamda Jill ikisinin birlikte yetişkinlere özgü bir filme gitmeleri için ısrar eder. Kötü bir tesadüf eseri, sinemada Allan’ın babasının da aynı filme gelmiş olduğunu görürüler. Frank, oğluna sinemaya neden geldiğini açıklamak için uyduruk bir yalan söyler. Bu durum Allan’da travma yaratır. Seksin babası da dahil olmak üzere herkes için doğal bir şey olduğunu fark eder.
Gecenin devamında Allan, Jill’i eve bırakır. Jill, ayrılmadan önce O’nu kendisi ile birlikte ahırlara gitmeye ikna eder. Burada birlikte olmalarını ister. Fakat ahırdaki atların varlığı ve çıkardıkları sesler Allanın konsantre olmasını önler. Jill sorunu anlamaya çalışırsa da Allan’ın sinirleri son derece bozulmuştur ve daha fazla tahammülü kalmamıştır. Jill’e hemen giyinip gitmesini söyler. Jill gittikten sonra, halen çıplak olan Allan atlardan af diler. Bu sırada atlardan gelen sesler duyar:
Sesler “Benim… Sen benimsin ve sen de benimsin!!! “Tanrın olan Tanrı kıskanç bir Tanrıdır. Seni görüyor. Seni sonsuza kadar görüyor. O seni görüyor! O seni görüyor! O seni görüyor! “Artık yok, Artık yok Equus”
Bunları duyan Allan o sırada ahırda bulunan ve onun ruhunu gören altı atın gözlerini sivri bir metalle oyar.
En son sahnede Dysart, seyirciye uyguladığı tedavinin temellerini sorgulayan, yöntemlerinin gerçekten Allan’a yardım edip etmeyeceğine dair kuşkularını anlatan bir monolog sunar. Tedavi Allan’ı normal hale getirecektir. Bunun bedeli ise Allan’ın insanlığının içinden sökülüp alınmasıdır.
Son Söz
Edebiyat dünyasında önemli bir eser olarak kendine yer bulan “Küheylan”, “Equus” literatürde özellikle anne babaların, öğretmenlerin, psikologların görmesi gereken bir oyun olarak geçer.
Yazının başına dönersek,
“Başrol oyuncusu o zaman konservatuarda henüz öğrencilik yıllarındaydı. İnanılmaz bir performanstı. Oyun bittiğinde bütün seyirciler istisnasız ayakta alkışlamış, alkışlamış, alkışlamaya doyamamıştı “ demiştim. Söz konusu inanılmaz yetenekli konservatuvar öğrencisi bugün hepimizin çok yakından tanıdığı bir isim Mehmet Ali Erbil’di. Kendisinde var olan bu muazzam sanat gücünün toplumsal yozlaşma ile ne hale itildiğini görmek içimi acıtarak, kafamda her zaman üzerinde düşünülmesi gereken bir olgu olarak yer etti.
Kaynak