script async src=”https://pagead2.googlesyndication.com/pagead/js/adsbygoogle.js?client=ca-pub-7350718767107764″
crossorigin=”anonymous”></script

Hasta yatağında uyuyan adamın yüzünde ruhsuz bir ifade vardı. Parmaklıklı pencerenin arkasındaki koltukta oturan refakatçi, olduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. Odada bulunmak istemediği her halinden belli oluyordu.
Akşam karanlığının iyice çöktüğü eski eşyaların yığılı olduğu bu hasta odasında olduğunu unutmak istercesine, oturduğu kırmızı berjer koltuktan kalkıp, pencereden dışarı baktı. Dışarıda soluk bir sokak lambası, o saatte bomboş olan çocuk parkını aydınlatıyordu. Yaş dolu üzgün gözleri baktığı yerdeki manzarayı görmüyordu.
Doktorun söylediğine göre, dedesinin sabaha çıkması pek mümkün değildi. Yine de umut etmek istiyordu. Uzaklara baktığında karşıdaki sayısız pencerelere uzanıp, erişebileceğini düşündü. Küçükken dedesi ile arasında geçen konuşmayı hatırladı. “Yaşamda” demişti ihtiyar adam, “En kötü şey, çaresiz ve muhtaç kalmaktır. Böyle bir durumda hayatıma son vermeyi tercih ederim.”
“Yoo, hayır… Böyle söyleme! Olur mu öyle şey? Yanlış!” o zaman yaşlı adam gülümseyerek “Daha önce muhtaç kalmadığın ne kadar belli “demişti. Ardından yüzünde beliren kaygı ifadesi, gülümsemesini silmişti.
Genç adam içinde nadiren canlanan merhamet kıpırtılarını hissetti. Bilincini, duygusal gel gitlerden çok, maddi çıkarları için kullanmak, doğal yapısına daha uygundu. Bu nedenle konuşma sırasında sözü geçen birilerine muhtaç olmayı, birilerini kullanmakla eşdeğer tutmuştu.
Bu sabah yaşadıkları tekrar gözünün önünden geçti. Ofiste yalnız başına çalışırken çalan cep telefonunda dedesine bakan kadının telaşlı sesi, O’nun yeni bir kriz geçirdiğini, bu durumu önce doktora sonra da kendisine haber verdiğini söylüyordu.
Beyninden şimşek hızıyla onlarca küfür geçmesine rağmen soğukkanlılığını korumayı başardı ve kadına kısaca “Geliyorum” deyip telefonu kapattı. İçinden “Bu budala kadın dedemin durumunu ne kadar doğru değerlendirebilir ki?” Diye düşünerek, hızla ofisten çıkıp arabasına atladı.
Yaklaşık yirmi dakika sonra dedesinin evinde, kapının önünde doktorun “Çok üzgünüm. Maalesef her şey bir yere kadar. Elimizden geleni yaptık. Sabahı görmesi mucize olur” sözlerini dinliyordu. Kibar bir tavırla doktoru yolcu ederken adamın merdivenlerden yuvarlanması için bütün kalbiyle dua etti. Düşüncesinden utanmadı. Sevimsiz herifin tekiydi zaten. Yuvarlanıp, geberse n’olurdu ki?
Kapıyı kapatıp holde duran aynaya baktığında, düşündüklerinin hiçbir şekilde yüz ifadesine yansımadığını görünce, içtenlikle kendini kutladı.
Tekrar penceren uzaklara doğru kente baktı. Sessiz, soğuk. Bitişik evler hep. Zaman hiç geçmiyordu. Karanlık iyiden iyiye çökmüştü. Tek isteği olabildiğince çabuk bu evden uzaklaşabilmekti. Ne yazık ki şu anda bu, tümüyle imkansızdı. Ölümün bir süreliğine de olsa kendisini bu eve zımbaladığını düşündü. Evin dışındaki bütün dünyaya gıpta ile baktı. Keşke, O’da şu karşı kaldırımdaki kadın gibi rahatça yürüyüp uzaklaşabilseydi.
Kendi çaresizliğinden nefret etti. “Çaresizlik…” diye düşündü demek böyle bir duygu var. Dedesi de son döneminde iyice çökmüştü. Yaşlı adamın bir gün önce kendisini göremediğini, etrafın çok karanlık olduğunu söylerken, gözlerinde beliren hüznü hatırladı. Ne derin bir üzüntü içindeydi çaresiz ve muhtaç… Demek ki çaresizlik ve muhtaçlık, bu görünendi. O zaman anladı, yaşlı adamın mücadeleyi bıraktığını.
Ertesi gece, yatağında ifadesiz bir yüzle yatan hasta adamın ağzından zayıf bir soluk çıktığını hissetti. Korku içinde etrafına bakındı. Pencereye doğru ilerledi.
Hayatı boyunca dedesinden başka hiç kimsesi olmamıştı. Ne annesi ne babası, ne de kardeşi… Dedesi her zaman O’nun bütün kırılganlıklarına ve korkularına karşı sapasağlam bir kalkan olmuştu.
Kendini toparlamak için tekrar uzaklara baktı. Yaşlı adamın bu halde yaşamaya tahammülü olmadığını kabul etmesi için odadan uzaklaşıp, dışarı bakmalıydı. Böylece içindeki hüznü gecenin kuyusuna aktarabilirdi. Oturduğu koltuktan kalksa yere düşeceğini, hiçbir yanının tutmadığını hissetti. Sokakta oynayan çocukların seslerini duydu. Yine de yerinden kalkmak için hamle ederken, gücü tükendi yatağın kenarına oturdu. Bu sırada odaya giren bakıcı kadın O’na bir anne şefkatiyle destek oldu ve tekrar koltuğuna oturmasına yardım etti. Yüreğinde yanan cehennem ateşini hissetmişçesine bir bardak soğuk su uzattı. Soğuk suyu, içindeki yaranın kabuk bağlamasına yardım etmesini dileyerek içti.
Güzel kaleme alınmış ve sanki biraz da fazla sertçe darbe vurucu bir yazı… (cKOVALI) “Caregiving is a constant learning experience…” (Vivian FRAZIER)
Belki haklısınız hocam… Çok teşekkürler…